İbrahim Kaypakkaya

1949 yılında Çorum'da doğdu. Babası yoksul bir emekçiydi. Okulundan arta kalan zamanlarda ailesine yardım ediyordu. Ama koyun gütmeye giderken bile yanına kitap kalem alıyordu. İlkokulu bitirince Ankara Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na yatılı öğrenci olarak başladı. Devrimci düşüncelerle de ilk kez burada tanıştı. Hasanoğlan'dan pekiyi ile mezun olunca İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na kaydoldu. Köyüyle ilişkisini hiç kesmiyor, her gidişinde dergi, gazete, kitap götürüyordu. O artık Çapa'daki devrimci çevrenin en önde gelenlerindendi. İlk bildirisini gericilerin saldırısına uğrayan Çetin Altan için kaleme alacaktı. Konferans, açık oturum, forum, tartışma, seminer ne varsa hepsini izliyordu. Fikir Kulüpleri Federasyonu'na bağlı olarak kurulan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü kurulunca İbrahim başkanlığa seçildi. Bunun üzerin bir ay okuldan uzaklaştırma cezası aldı.

Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık gibi dergilere yazıyordu. Öğrenci hakları için verilen bir kavganın ardından bir grup arkadaşıyla birlikte okuldan atıldı.Önce bir otelde çalıştı, ardından matematik dersleri vererek geçimini sağlamaya başladı.

Eylemlerde hep en önde yürüyordu.

1960'ların sonunda "Demokratik Devrimciler" adı verilen ve TİP içinde muhalefet eden grubun içindeydi. Bu grubun gençlik içindeki örgütlenmesi Dev-Genç'ti. Dev-Genç içinde de bir süre sonra ayrılık çıktı ve İbrahim "Aydınlıkçı" grup içinde yer aldı. 12 Mart döneminde ise Aydınlıkçılardan, eylem anlayışı, Cumhuriyet dönemine yaptığı eleştiriler ve Kürt sorunu nedeniyle koptu. Askeri yönetim koşullarında TKP/ML olarak adlandırılan örgütün kurulmasına önayak oldu.

Malatya, Tunceli, Antep'te örgütlenme çalışmaları yürüttü. Köy göz gezdi, köylülere Çin, Vietnam ve Ekim devrimlerini anlattı.

Onun çalışma yaptığı köylerin yakınında Sinan Cemgil ve iki arkadaşı girdikleri çatışmada öldürülmüşlerdi. İhbarcının Kâhyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz'in olduğunu ortaya çıkarttı. Ardından muhtar öldürüldü.

Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Haydar Yıldız ile birlikte Tunceli yöresine geçti. 23 Ocak 1973 gecesi kaldıkları köy kuşatıldı. Ali Haydar vuruldu. Diğer arkadaşları kaçtı, Kaypakkaya da vurulmuştu. Köylerden aldığı yardımla bir süre yaralı olarak yaşadı. Vurulduğunun beşinci günü ise köyün öğretmeninin ihbarı sonucu tutuklandı. Buzlu derelerin içinde yaya sürüklendi. Ayakları donmuştu. Askeri hastanede ayakları kesildi. Sorgu ve cezaevi dönemi dört ay sürdü.

Delik deşik bedeni babasına 1973 yılının Mayıs ayında Diyarbakır Cezaevi'nde teslim edildi.



Sosyalizm Nedir?

Sosyalizm, üretim araçlarinda özel mülkiyetin yerine ortak mülkiyetin, kâr için üretimin yerine kullanim için planli üretimin bulunduğu bir sistemdir.Bireysel kâr için bireysel caba yerine, kolektif yarar için kolektif çaba olacaktır.Sosyalizm fikri, yeni değildir. Kapitalist sistem, sanayi devriminin başlamasi ve fabrika sisteminin gelişmesi ile daha yeni güçlenmeye başladiği zaman, verimsizliği, israfi, ’akıl dışı oluşu ve adaletsizliği, düşünen insanlar için apaçık ortadaydı.

Sosyalizm, ne şeytanları meleğe dönüştürecek, ne de cenneti yeryüzüne indirecektir. İddia edilen şeyler, sosyalizmin, kapitalizmin belli başlı kötülüklerine çare bulacaği, sömürüyü, sefaleti, güvensizliği, savaşı ortadan kaldıracaği ve insanlar için daha büyük bir refah ve mutluluğun kapılarını açacağıdır.

Sosyalizm kapitalizmin yırtıklarının yamanarak düzeltilmesi değildir. Sosyalizm, devrimci bir değişme, toplumun büsbütün farklı bir çizgide yeniden kurulması demektir.

Başarinin ölçüsü, servetin miktari ile değil de insanlarla giriştiğimiz işbirliğinin büyüklüğü ile ölçüldüğü zaman, altının egemenliğinin yerini altın yönetim alacaktir. Kâr peşinde koşanlarin, mal "fazla"sını satabilecek ve sermaye "fazla"sini yatirabilecek diş pazar avcılığından doğan emperyalist savaşlar son bulacaktir; çünkü artık ne mal ne de sermaye "fazla"sı olacak, ne de gözünü kâr hırsı bürümüş sermayeciler.Üretim araçlari özel ellerde olmadiği için toplum, artık, işverenler ve işçiler diye sınıflara bölünmeyecektir. Bir insan bir başkasini sömürecek durumda olmayacak, B’nin emeğinden A kâr sağlayamayacaktir.

Kısacasi, sosyalizmin özü gereği, ülke bir avuç insanin mali olmaktan ve bunlar tarafindan kendi çıkarlari için kötü yönetilmekten kurtulacak, bütün halkın malı olacak ve halk yararına, halk tarafindan yönetilecektir.

Ütopyacilarin sosyalizmi ( İlk Sosyalistler), adaletsizliğe karşi insanca bir duygu üzerine kurulmuştu. Marx ve Engels’in sosyalizmi ise (Bilimsel Sosyalistler),insanin tarihî, ekonomik ve toplumsal gelişmesinin incelenmesi üzerine kurulmuştur.

Karl Marx, hiç bir ütopya tasarlamamıştır. GeleceğinToplumunun nasıl işleyeceği konusunda hemen hemen hiç bir şey yazmamiştir. Geçmişin Toplumunun, Bugünkü Toplum haline gelene kadar, nasil doğduğu, geliştiği ve çürüdüğü konusuna büyük bir ilgi duymuştur. Bugünkü Topluma büyük bir ilgi duymasinin nedeni ise, bundan, Geleceğin Toplumuna dönüşmeyi sağlayacak güçleri bulup çikarmak içindi.

Ütopyacilar için sosyalizm, bir hayal ürünü, bu ya da şu parlak zekânin bir buluşuydu. Marx, sosyalizmi bulutlar üzerinden yere indirdi, onun belirsiz bir umut olmayip, insan soyunun tarihî gelişiminde bir sonraki adim, kapitalist toplumun evriminin zorunlu ve kaçinilmaz bir sonucu olduğunu gösterdi.Marx, sosyalizmi, bir ütopya olmaktan çikartip, bilim haline getirdi. Yetkin bir toplumsal düzenin düşsel semasi yerine, ayaklari yerde bir toplumsal ilerleme teorisi getirmiştir;toplumun değiştirilmesi için, üst sinifin merhametine,iyi niyetine ve anlayişina siğinmak yerine, işçi sinifinin kendi kendisini kurtarmasina ve yeni düzenin mimari olmasına bel bağlamiştir.Marx’m sosyalizmi .bilimsel sosyalizm., ilk kez, yüz yirmi yil kadar önce 1848 Şubatinda, Engels ile birlikte kalemealinan Komünist Manifesto'da. ifade edilmiştir. Öğretilerinin özünün yoğunlaştirildiği, ilk baskisi sadece 23 sayfa tutan bu kitapçik, o zamandan beri yeryüzünün her köşesindeki sosyalist hareketin temel taşi olmuştur, incil dişinda, yabanci dillere en çok çevrilen kitap haline gelmiştir. Dünyanin her yerinde, işçi sinifi hareketinin güçlü esin kaynaği olmasi yönünden, hiç kuşkusuz, şimdiye kadar yazilan broşürlerin en etkilisidir.

EKONOMİK SİSTEMİMİZ KAPİTALİSTLER OLMAKSIZIN İŞLEYEBİLİR Mİ?

Bu sorudaki kapitalistler sözcüğünü değiştiriniz, tarihin her döneminde sorulmuş beylik bir soruyu görürsünüz. Dört yüz yil önce Avrupa’da soru şöyleydi: ekonomik sistemimiz feodal beyler olmaksizin işleyebilir mi? Yüz yil önce Amerika’da soru şöyleydi: ekonomik sistemimiz köle sahipleri olmaksızın işleyebilir mi?

Robert Blatchford, Merrie England taninmiş yapitinda bu ayrimi şöyle belirtir:

’Sermaye olmaksizin çalişamayacağimizi söylemek, tirpan olmaksizin çayir biçemeyeceğimizi söylemek kadar doğrudur.Oysa, kapitalist olmadan çalişamayacağimizi söylemek,bütün tirpanlar tek bir adama ait olmadan çayir biçemeyeceğimizi söylemek kadar saçmadir. Bundan da öte, bütün tirpanlar tek bir kişiye ait olmadan ve bu adam, ürünün üçte-birini, tirpanlarini ödünç verdiği için almadan, çayir biçemeyeceğimizi söylemek kadar saçmadir."

SOSYALİST TOPLUMDA HERKES AYNI ÜCRETİ Mİ ALIR?

Hayır, herkes aynı ücreti almaz. Usta işçi, usta olmayan işçiden, ve yönetici de, işçiden daha fazla alir. Büyük müzisyen, ortalama bir müzisyenden daha fazla alir. 400 kile buğday üreten bir çiftçi, 300 kile üretenden daha fazla; sekiz ton maden çikartan bir madenci, alti ton çikartandan daha fazla para alir ve bu örnekler böyle sürer gider, insanlara, yaptiklari işin nicelik ve niteliğine göre para ödenir.Sosyalist toplumda en yüksek ücreti alan kimse bile, bunu, çalişmasiyla hakettiği sürece alir. Bunu, üretim araçlari satin alarak, başkalarinin emeğinin sirtindan, kazanilmamiş paraya çeviremez. Zaten üretim araçlari satin almasi olanaği yoktur, çünkü sosyalist toplumda, üretim araçlari halka aittir, satilik değildir. Daha çok ya da daha iyi çalişarak daha yüksek ücret almasi, onun başkalarindan daha iyi yaşamasini sağlar, ama hiç kimseyi sömürmesine elvermez.

Sosyalist toplumda ücret eşitsizliği olmakla birlikte firsat eşitliği vardir. Usta işçi daha yüksek ücret alir, ama hüneri olmayan işçinin önünde de usta olabilmesi için gerekli eğitim ve uygulama olanaklari da açiktir. Her ne kadar mühendisler, yöneticiler, yazarlar, sanatçilar daha çok kazanırlarsa da, herkese, yetenekleri ile orantili ücretsiz eğitim sağlanir; herkese bu mesleklere giriş kapilari ardina kadar açik tutulur. Sosyalist toplumda "herkese" demek sözcüğün tam anlamiyla herkese demektir.

SOSYALİZM İLE KOMÜNİZM ARASiNDAKİ FARK NEDİR?

Sosyalizm ite komünizm, her ikisi de, kullanim için üretim yapan sistemler olmasi ve üretim araçlarinin mülkiyetinin kamuya ait bulunmasi ve merkezî planlamaya dayanmasi bakimindan benzer sistemlerdir. Sosyalizm, doğrudan doğruya kapitalizmden doğup gelişir, yeni toplumun ilk biçimidir. Komünizm çlaha ileri bir gelişme ya da sosyalizmin" daha yüksek bir aşamasidir".Sosyalizm, bolluğu gerçekleştirmek ve halkin zihnî ve manevî görünümünü değiştirmek için üretici güçleri geliştirme sürecindeki ilk adimdir. Yani sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçişte zorunlu bir aşamadir.

SOSYALİZM, HALKIN ÖZEL MÜLKİYETİNİ ELİNDEN ALMAK MI DEMEKTİR?

Sosyalistler, halkin özel mülkiyetini elinden almak şöyle dursun, daha çok insanin eskisinden daha fazla özel mülkiyeti olmasini isterler.iki çeşit özel mülkiyet vardir. Niteliği gereği kişisel olan mülkiyet vardir: kişisel tatmin için kullanilan tüketim malları. Bir de, kişisel nitelikte olmayan özel mülkiyet türü vardir: üretim araçlari mülkiyeti. Bu tür mülkiyet kişisel tatmin için değil tüketim mallarinin üretimi için kullanilir.Sosyalizm, birinci çeşit özel mülkiyeti, diyelim ki, giydiğiniz elbiseleri elinizden almak değildir, ikinci tür özel mülkiyeti,yani elbiseyi yapan fabrikayi almak demektir. Azınlığın elindeki üretim araçlarinin özel mülkiyetini kaldirarak,tüketim araçlarinda çoğunluk için daha fazla özel mülkiyeti sağlar. Sosyalizmde, işçiler tarafindan üretilmiş olup da kapitalistin kârı biçiminde ellerinden alinan servet, daha fazla özel mülkiyet, yani daha çok elbise, daha çok mobilya,daha fazla yiyecek içecek, daha fazla sinema bileti satin alabilmeleri için gene işçilerin olur.Kullanim ve eğlence için daha fazla özel mülkiyet vardir, ama ezme ve sömürme için özel mülkiyet yoktur, işte sosyalizm budur.

"İNSAN TABİATINI DEĞİŞTİREMEYECEĞİMİZE GÖRE" SOSYALİZM OLANAKSIZ BİR ŞEY DEĞİL MİDİR?

"İnsan tabiatini değiştiremezsiniz" savını öne sürenler, insanin, kapitalist toplumda, belirli bir biçimde davranmasina bakarak, bunu, insanoğlunun tabiati diye kabul etme ve başka türlü davranmasina olanak olmadiğini varsayma hatasına düşüyorlar. Bunlara göre kapitalist toplumda insan, "hep bana" diyen bir tabiattadir, onu harekete getiren şey, bencil bir hirs ile iyi ya da kötü her yola başvurarak,öne geçme dürtüşüdür. Bundan da şu sonucu çikartiyorlar: bu, bütün insanlar için "doğal" bir .davraniştir ve

özel kazanç için rekabetçi mücadele dişinda herhangi bir şeye dayanarak bir toplum kurmak olanaksizdir.Ne var ki, antropologlar, bunun saçma olduğunu söylüyorlar ve bugün varolan başka toplumlarda insan davranişinin kapitalist toplumlardakine hiç benzemediğini belirterek bu sözlerini kanitliyorlar. Ve bunlara katilan tarihçiler de,gene bu savin saçma olduğunu söylüyorlar ve köleliğe ve feodalizme dayanan toplumlarda yaşayan insanlarin davranişlarinin, kapitalist toplumdakine hiç benzemediğini belirterek,

bu sözlerini kanitliyorlar.Bütün insanlarda, hayatta kalabilme ve türünü sürdürme içgüdüsünün doğuştan varolduğu belki de gerçektir. Beslenme,giyinme, barinma ve cinsel aşk gereksinmeleri, temel gereksinmelerdir. Bu kadari "insan tabiati" diye kabul edilebilir.

Ancak, bu isteklerini tatmin etmek için seçtikleri yolun,kapitalist toplumda alişilagelen yol olmasi gerekmez.Bu, daha çok, içinde doğup büyüdükleri kültüre bağlidir. Eğer bir insanin temel gereksinmeleri, bir başkasini yere sermekle karşilanabiliyorsa, insanlarin birbirlerini yere sereceklerini varsayabiliriz; yok eğer, insanin temel gereksinmeleri işbirliği ile daha iyi karşilanabiliyorsa, insanlarin işbirliği yapacaklarim varsayabiliriz.

SOSYALİZMİN HAYATIMIZDAKİ ETKİSİ NE OLACAKTIR?

Sosyalizm, kapitalist verimsizliği ve israfi ortadan kaldiracaktir; özellikle gereksiz depresyonlardaki atil insan, makine ve para israfini. Uluslararasi barişin kurulmasi yoluyla, kapitalist savaşlardaki daha da pahaliya malolan insan ve malzeme israfini da ortadan kaldirir. Teknik gelişmeyi hizlandirir ve kâr sağlamayi ilk ve en önemli amaç sayan kapitalizmin önüne çikardiği engellerden arman sosyalist bilim, ileriye doğru büyük adimlar atar. Üretimdeki artiş,mal miktarini çoğalttikça, herkesin yaşam düzeyinde bir yükselmeolur.Yaşama tarzindaki bu toptan değişiklik, bu hayati yaşayan insanlarda da bir değişme yaratir. Başlangiçta insan, sosyalist topluma, kapitalist düzende alişkin olduğu hayat ve çalişma anlayişini da birlikte getirir. Kapitalizmin rekabetçi havasinda katilaştiği için, sosyalizmin işbirliği ruhuna kolayca alişamaz. Kapitalist sistemin bencil düzeni benliğinde yer ettiği için, sosyalizmin bütün insanlara yardim ilkesini hemen benimseyemez. Kapitalizmden sosyalizme geçişle pek çok şey kazanacak olan kimseler bile, bu değişikliğe hazirlikli değildirler. Hele, üretim araçlarinin özel mülkiyette kamu mülkiyetine geçmesiyle güçlerini ve servetlerini kaybeden eski egemen sinif olan kapitalistler için, bu sözler çok daha fazla doğrudur.Ama, kullanim için planli üretime dayanan sosyalist düzen kök saldikça, insanlarin tutum ve gelişmelerinde de değişmeler başlar. Zihnî ve ruhî görünümler indeki kapitalist izler yok olur ve bunlar, sosyalizm ruhu içinde yeni bir yön kazanirlar. Yeni toplumda doğup büyüyen yeni kuşaklar, tipki eski kuşağin kapitalist düzene alişmasi gibi, sosyalist yasama tarzina alişirlar.

SOSYALİZMİN TARİHİ

Sanayi Devrimi’nden Önceki Çağlarda Sosyalizm

Sosyalizm , 1789 Fransiz Devrimi ile birlikte doğdu denebilir. Baska deyisle, sosyalizm, ilkin Avrupa’da ve burjuva devrimleri sürecinde doğmus (1789-1871), bu süreç boyunca sekillenmesini sürdürmüstür. Sözcük olarak ‘sosyalizm’ ise, ilk kez Fransa’da 1830’larin baslarinda görünür. ‘Modern sosyalizm’ için özellikle Saint-Simon ve Charles Fourier’in ütopyaci yazilari baslangiç olarak gösterilir.

Buna “modern” diyoruz, çünkü sanayi devrimi sonrasi çagin sosyalizmidir. Onu ilham eden kosullar büyük sanayinin ve bir sinif olarak proletaryanin ortaya çikmasidir.

Ama sosyalist düsünce ve hareket modern sosyalizmle baslamiyor. Çünkü sanayi devrimine öngelen çaglarda da böyle bir fikir ve hareket mevcuttu. Sosyalizmin tarihi ele alinirken onu atlayamayiz. Bunu en basta o çagin ütopyalari araciligiyla biliyoruz. Bu ütopyaci literatürün içinde Plato’nun Republic’i, More’nin Ütopya’si ve Campenella’nin Günes Sitesi (City Of The Sun) en çok bilinenlerdir.

Bati dünyasinda Plato’yu ortaya çikaran köle isyanları içindeki komünistik özlemlerdir.

Dogu’da ise antik çagin kapanisindan önce Manes ve Mezdek hareketleri göründüler. Asya’da Manes ve Mezdek ile baslayan komünistik gelenek, Pavlakiler, Karmatlar, Hasan-i Sabbah ve Babailer’le ortaçaglarda da sürer. Benzer egilimlere Munzer’in önderlik ettigi Alman köylü ayaklanmasinda, Thomas More’de, Ingiliz (Leveller/Diggerler) ve Fransiz (Babeuf) burjuva devrimlerinde de tanik olunur.

Böylece özel mülkiyetin ve siniflarin ortaya çiktigi tarihten bu yana komünistik bir toplum idealinin ve onu hedef edinen cereyanlarin hep varoldugu anlasilmaktadir.

Kisacasi, komünizm, ilkel komünal toplum dagildiktan sonra da bir sekilde yasadi.

Bu anlamda tarihsel bir egilimden, baska deyisle komünistik bir gelenekten sözedilebilir.

Kusku yok ki, dinin egemen oldugu sanayi-öncesi çagin komünizmi de dinsel esinliydi. Bu çaglarin politik ve sosyal isyan hareketleri zorunlu olarak dinsel sektler formuna bürünmüslerdi.

Marksizm-Öncesi Sosyalizm Biçimleri

Komünist Manifesto, kendi zamaninin, daha dogrusu 1830-48 (Fransa’da Temmuz Monarsisi peryodu) döneminin sosyalist ve komünist diye bilinen/tanimlanan egilimlerini üç ana baslik altinda tasnif eder.

Ütopik Sosyalizm ve Komünizm, Gerici Sosyalizm, Tutucu Sosyalizm.

Sosyalizm biçimleriyle isçilerin sinif mücadelesinin gelisme derecesi ilintilidir. Bu akimlar isçi mücadelesinin çocukluk evresine denk gelirler. O nedenle de bu akimlari kuranlardan henüz çok yeni ve çok küçük olan isçi sinifinin ve isçi hareketinin farkina varmalari, bu hareketin önemini anlamalari beklenemezdi. Onlar isçilerin henüz yeni baslayan sermayeye karsi mücadelesiyle iliskili olmadilar. Isçilere eziyet çektikleri için sadece acidilar. Sonuç olarak kendilerini gelecek toplumun bir modelini hayal etmekle sinirlayan ütopyacilar, kendi projelerini gerçeklestirmek için sinif ayrimi yapmadan tüm topluma, hatta öncelikle egemen sinifa hitap ettiler; ikameci ve elitist oldular. Sinif savasini ve politik mücadeleyi reddettiler. Apolitik bir sosyalizmi savundular. Siyasal mücadeleye girisen isçi partilerine karsi çiktilar. Bir devrime gerek görmediler. Projelerini barisçil yoldan gerçeklestirmeyi umdular.

Herseye karsin bu ütopyaci akimlarin kuruculari (ustalarinin ütopyalarina uygun düsen komünist örnek topluluklar, hayali ülkeler ve yalitik koloniler düsünmek disinda hiç bir sey yapmayan gerici yandaslari degil) burjuva toplumu elestirdiler, bu toplumun ilkelerine ve degerlerine saldirdilar, kendi gelecek tasarilariyla proletaryanin henüz bilinçli olmayan içgüdüsel özlemlerine tercüman oldular.

Komünist Manifesto, kendi zamaninin ‘gerici’ olarak tanimladigi ve Gerici Sosyalizm basligi altinda topladigi akimlarini ‘Feodal sosyalizm’, ‘Küçük-burjuva sosyalizmi’ ve ‘Alman sosyalizmi (hakiki sosyalizm)’ olarak tespit ediyor. 1830-48 döneminde dogan Feodal Sosyalizm, burjuva toplumun burjuvaziye yenik düsmüs aristokrat sinifin bakis açisindan elestirisidir. Yenilmis aristokrasinin burjuvaziye karsi isçi ve halk destegi toplama çabasinin ifadesidir. Kapitalist gelismeye karsi yüzünü geçmise dönüp feodalizmi idealize eden hayalci, romantik türden bir tepkidir bu. Sismondi tarafindan temsil edilen küçük-burjuva sosyalizmi de tipki feodal sosyalizm gibi kapitalizmi ve burjuva düzeni eski toplumun artigi olan köylülük ve küçük-burjuvazinin konumundan elestiriyor, eski toplumu geri getirmek gibi hayalci ve gerici bir amaç tasiyordu.

Buraya kadar deginilen akimlar Fransa’da burjuvazinin iktidarda bulundugu kosullarda dogmuslardi. Yine bir küçük-burjuva sosyalizmi olan Alman sosyalizmi veya Hakiki sosyalizm diye bilinen akim ise hala mutlak monarsinin isbasinda bulundugu ve burjuvazinin muhalefette oldugu 1830’larin ve 40’larin Almanya’sinda göründü. Bu nedenle de Fransa’dan oldugu gibi aktarilan sosyalist ve komünist fikirler Almanya’da pratik degerlerini yitirip (burjuvazinin iktidarina ve kapitalizme karsi siyasal mücadelenin ifadeleri olmaktan çikip) salt soyut ve akademik bir kiliga büründüler. 1848 Alman devrimi ile birlikte bu akim silindi.

Komünist Manifesto’nun Tutucu sosyalizm dedigi ise en tipik örnegi Prodonculuk olan bir burjuva sosyalizmidir. Ifadesini Prodon’un Sefaletin Felsefesi kitabinda buluyordu. Burjuva mülkiyet iliskilerini kaldirmayi degil, tam tersine kapitalist düzenin gelecegini güvenceye almak için bazi reformlar ileri sürmekle yetinen bie akimdi.

Marksizme hemen öngelen sosyalist fikir ekolleri bunlardi.

Bu dönem boyunca sosyalizm ve isçi hareketi genelde birbirinden kopuk, bagimsiz, ayri ayri olgulardi. Aralarinda birlik yoktu. Her ülkenin tarihinde baslangiçta görülen budur. O zamanki sosyalizm biçimleri genelde politik mücadele de vermiyor, buna karsi çikiyorlardi.. Isçi hareketini sosyalizm ve politik mücadeleyle birlestirmekte bu ikisini iliskilendiren Marksizm’in katkisi büyük oldu.

Marksizm-öncesi akimlarin kapitalizmi ve sonuçlarini elestirisi bilimsel bir analize dayanmiyordu. Kendi anlayislarini elestirel sosyalizm (elestirel komünizm) olarak tanimlayan Marks-Engels’in kapitalizm elestirileri ve vardiklari sonuçlar ise kapitalizmin bilimsel bir analizine dayandilar.

İlk KOMÜNİST PARTİSİ

Komünist Partisi, Adiller Birligi olarak bilinen bir örgütlenmeden dogmustur.

Adiller Birligi 1836’da Paris’te Alman siyasi sürgünleri tarafindan kurulmus yasadisi bir örgüttü. Baslangiçta Babeuf’un ütopik komünizmi ile Blankizmin etkisi altindaydi. Zamanla yine Blankici bir örgüt olan Mevsimler Birligi (Societe des Saisons)’nin Alman seksiyonuna dönüsmüstü. 12 Mayis 1839’da Mevsimler Birligi’nin baslattigi Paris ayaklanmasina o da katilmis ve bu isyanin yenilgisini takiben kendi merkezini Paris’ten Londra’ya tasimisti. 1839 yenilgisini izleyen süreçte Adiller Birligi eskiden savundugu Blankist (Blankist görüsler genelde komplocu diye sunulurlar) fikirlerden giderek koptu. Bu arada salt Almanlardan bilesen bir örgüt olmaktan çikarak kendisini dünya (Avrupa) devrimini savunan uluslararasi bir partiye dönüstürmeye çalisti. Ama agirlikla Alman isçi sinifi içinde faaliyet yürüttügü bu dönemde bu kez de Weitling’in ütopik komünizminin etkisi altina girdi.

Sonralari Marksizm adiyla bilinecek olan yeni sosyalist egilim yaklasik bu siralarda dogmustu (1845-46). Kendi tarih teorilerini ve sosyalizm anlayislarini olusturan Marks ve Engels, daha yakin baglara sahip olduklari Almanya’dan baslayarak isçi hareketi içinde kendi görüslerini egemen kilmak için çabaladilar. Bu amaçla o zamanin egemen sosyalizm anlayislarina karsi (Blankici görüslere ve ütopik sosyalizme/komünizme karsi) bir mücadele açtilar.

Bu mücadele ürün vermekte gecikmedi.

Adiller Birligi’nin önderleri olan K. Schapper, Bauer, Moll ve digerleri kendilerine yönelik elestirilerine hak verdikleri Marks ve Engels’i Adiller Birligi’ni onlarin fikirleri (yeni sosyalizm anlayisi) etrafinda yeniden örgütlemek üzere kendilerine katilmaya çagirdilar.

Bunun üzerine Marks ve Engels 1847 yilinda Blankist kökenli Adiller Birligi’ne katildilar.

Ayni yilin Haziran ve Aralik aylarinda Londra’da Adiller Birligi’nin iki kongresi toplandi.

Marks ve Engels’in de katildiklari bu kongrelerde örgütün adi Komünist Partisi (Komünistler Birligi veya Komünist Lig) olarak degistirildi ve yeni bir program ve tüzük benimsendi.

1840’li yillarda ‘sosyalist’ dendiginde daha çok kurtulusu yukari siniflardan bekleyen, bu yüzden de isçi sinifi hareketiyle baglari olmayan burjuva karekterde akimlar (en basta Ingiltere’de Owenciler, Fransa’da Fourierciler vd. gibi ütopyaci olarak tanimlanan ilk sosyalistller ve Prudoncular) akla geliyordu. Marks ve Engels ise, sosyalizm hedefine ulasmak için sinif mücadelesi fikrini savunuyor, “isçi sinfinin kurtulusu kendi eseri olacaktir” diyorlardi. Kendilerine sosyalist demeleri, onlari bu ayni adla bilinen kendi zamanlarinin diger sosyalist egilimlerinden ayirt edemeyecekti. Bu nedenledir ki, ‘komünist’ adini tercih ettiler. Çünkü 1840’larda ‘komünist’ adi , özellikle Fransa’daki Blankistler örneginde görüldügü gibi, isçi karekteri tasiyan, yani sosyalizm ile isçi hareketi arasindaki bagi içgüdüsel de olsa yakalamis olan parti ve egilimleri tanimliyordu.

Böylece Marks ve Engels kendi partilerini ve bu partinin programini ‘komünist’ olarak adlandirdilar.

Komünizmin Ilkeleri, Engels tarafindan bu partinin programi olarak kaleme alinmisti. Daha sonra bu programin bir manifesto tarzinda yazilmasi kararlastirildi. Böylece 1848 yili basinda Manifesto kisa adiyla bilinen ünlü program ortaya çikti. Bu eserin orijinal adi aslinda ‘Komünist Partisi Manifestosu’dur ki, bu baslikta adi geçen parti az evvel isaret ettigimiz gibi Blankist Adiller Birligi’nden çikmadir. Eski ‘yari-komplocu’ tüzük de birakilmis ve onun yerine Marks-Engels’in örgütsel fikirlerine (komplocu ve otoriter özlemlere karsi örgütsel bir önlem olarak parti-içi demokrasi, yani tüm kurullarin ve görevlilerin seçimle belirlenmesi ve kendilerini seçenler tarafindan her an görevden geri alinabilmeleri, barisçil/olagan dönemlerde partinin esas olarak bir propaganda örgütü olmasi) dayali yeni bir tüzük benimsenmisti.

Bu partinin en güçlü oldugu ülke Almanya idi. Almanya’daki esas merkezleri ise Köln, Frankfurt, Berlin ve Hamburg idiler.

Komünist Partisi, Avrupa çapinda bir uluslararasi örgütlenme olmayi amaçliyordu. Engels onu bazen isçi siniflarinin uluslararasi hareketinin ilk/birinci biçimi olarak (Birinci Enternayonal’i ‘ikinci biçim’ sayar) nitelerse de, sadece göçmen Alman isçilerinin ve Alman isçi derneklerinin bulundugu ükelerde (Ingiltere, Fransa, Belçika, Isviçre, vd.) taraftar bulabilen bu parti, baslangiçta amaçlandigi gibi uluslararasi bir örgütlenme olamamis, pratikte bir Alman partisi olarak kalmisti.

Nitekim Marx ve Engels de, ondan daha çok ‘Alman Komünist Partisi’ diye sözederler.

Engels’e göre Almanya’daki ilk komünist parti olarak bu partinin yeni dogmakta olan Alman isçi hareketine büyük katkisi olmustur.

BİRİNCİ ENTERNASYONAL

Marx ve Engels uzun bir aradan sonra 1864’te Birinci Enternasyonal’in kuruluşuna katildilar, ona öncülük ettiler. ‘Marx In London’ (Asa Briggs, BBC yayini, 1982) adli bir kaynaga göre, Marx, Birinci Enternasyonal’in kurulus toplantisina Alman isçi ve sosyalist hareketinin bir temsilcisi sifatiyla çagrilmisti. Uzun süredir Londra’da yasiyordu, ama onu en çok ilgilendiren ülke hala Almanya idi. Marx ve Engels’in ikisi de Alman devrimcileri (ikisi de Yahudi kökenliydiler) idiler ve Alman hareketinin disardaki/sürgündeki temsilcileri olarak görüldüler.

Mülkiyet bölünmüs ve böylece sömürme gücü de engellenmis olacakti. O da Sismondi gibi küçük üreticileri tehdit ettigi için büyük sanayiye, makinalasmaya sicak bakmadi. Onun içindir ki Marks, onun kapitalizm elestirisinin ‘küçük burjuva’ karekterine isaret etti. Prodon’un ekonomik programinin en önemli unsuru bedava kredi dagitacak ve kagit para basacak Degisim Bankasi fikriydi. Parayi sadece dolasim birimi olarak görüyor, her meta gibi onun da kendi maliyetine veya degerine alinip satilmasi gerektigini düsünüyordu. Paranin faiz karsiliginda borç verilisine karsiydi. Kredinin faizi olmamaliydi. Proudhon’un ideal toplumu iste buydu.

Alman Isçi Hareketi ve Ikinci Enternasyonal

1871’de Paris Komünü yenildikten ve Birinci Enternasyonal sahneden çekildikten sonra Avrupa’da sosyalist hareketinin agirlik merkezi Fransa’dan Almanya’ya kaydi ve Birinci Savasa kadar orada kaldi. Birinci Savas sonrasinda ise Rusya’ya kaydi.

Lenin, Karl Marx’in Ögretisinin Tarihi Kaderi (1913) baslikli yazisinda Komün‘e kadarki ve daha sonraki süreç hakkinda söyle bir degerlendirme yapmaktadir

1848‘den bu yana dünya tarihi üç ana asamadan geçti:

1848-1871, 1871-1905 ve 1905 Rus Devrimi‘nden sonrasi.

Marx kendi ögretisini ilk olarak 1844‘te öne sürdü ve 1848‘de çikan Manifesto’da sistemlestirdi. Bu ögretinin baslica özelligi sosyalist toplumun kurucusu olarak proletaryanin tarihi rolünü ortaya koymus olmasidir.

Sinif esasina dayanmayan siyaset ve sosyalizm ögretileri saçmaliktir.

“Yalniz proletarya tabiati geregi sosyalisttir“.

1848-71 döneminin basinda sayisiz sosyalizm egilimi vardi. Marksizm bu egilimlerden sadece biriydi. Henüz hakim sosyalizm egilimi degildi. O zamanki hakim sosyalizm biçimleri genelde Narodizme benzer egilimlerdi. Karisikliklar ve devrimlerle geçen 1848-71 döneminin sonlarina dogru, bu aralikta yasanan deneyimlerin katkisiyla, “Marksizm-öncesi sosyalizm artik ölmüstü“.

1871-1904 döneminin ayirici özelligi ise devrimlerin yokluguydu. Baska deyisle barisçil nitelikte bir dönem olmasiydi. Bati burjuva devrimlerini dönemini kapatmisti. Dogu henüz o döneme varmamisti. Batinin heryerinde isçi sinifini esas alan sosyalist partiler kuruldu. Marx’in ögretisi iste bu dönemde yayildi ve 1872-1904 arasindaki bu dönemdedir ki “tam bir zafer“ kazandi.

1905 Rus devrimini Türkiye, Iran ve Çin’de devrimler izledi. 1872-1904 barisçil dönemi geride kaldi. Marksizm ortaya çikali beri dünya tarihinin her üç büyük dönemi de onu yeniden dogruladi ve yeni zaferler kazandirdi. Önümüzdeki dönemde proletaryanin ögretisi Marksizmi daha büyük bir zafer bekliyor (Bk. Lenin, a.g.y).

Lenin’in de isaret ettigi gibi 1871 sonrasinda Marksizmi benimsemis kitlesel isçi sinifi partileri dogdu. Bu nitelikteki partiler 1889’da Paris’te Ikinci Enternasyonal (1889-1914)’in kurulusunu ilan ettiler.

Ikinci Enternasyonal’in en güçlüsü Alman partisiydi ve enternasyonalin yönetimine egemen olan da bu partinin liderleriydi. Baska deyisle, Ikinci Enternasyonal, merkezinde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin bulundugu bir partiler topluluguydu.

Birinci Savas sirasinda bu enternasyonalin belli basli partileri savastan önce 1912 Basle Kongresi’nde alinan kararlara aykiri sekilde kendi burjuvazilerinin emperyalist savas politikasina taraf olup sosyal-söven bir tavir benimsediler. Bu tutum üzerine dünya isçi ve sosyalist hareketi enternasyonalist ve sosyal şoven (sosyal-emperyalist) kanatlara bölündü.

Bu genel açiklamanin ardindan simdi Alman isçi hareketinin tarihine kisaca deginebiliriz:

Manifesto’yu çikartan Komünist Partisi (1847-52), ilk Alman isçi partisi olarak tanimlanabilir.

1848-49 Alman devrimi yenildikten sonra bu parti bölündü ve çok geçmeden dagildi (1852). Marx ve Engels’in ikisi de Almanya’yi terketmis ve uzun süredir Londra’da sürgünde yasiyorlardi. Ama Alman hareketiyle baglantilari devam ediyor ve sürgünde bu hareketin disardaki temsilcileri gibi davraniyor, onu temsil ediyorlardi.

1848/49’dan 1859’a kadar Prusya’da agir bir politik baski (siyasal gericilik) hüküm sürdü. 1850’li yillar ayni zamanda ekonomik büyüme yillari oldular. Almanya dahil Orta Avrupa’da sanayi kapitalizmi ve proletarya aslinda 1850’lerden itibaren gelisti.

Böylece 1860’larin basinda Almanya’da isçi hareketi canlandi.

1863’te Genel Alman Isçiler Birligi (1863-1875) adiyla bir isçi partisi kuruldu. Bu partinin kurucusu bir avukat ve gazeteci olan Lasalle (1825-1864) idi. 1848/49’larda demokratik hareketle iliskili olan Lasalle, Engels’e göre 1862’ye kadar ‘siradan bir demokratti’ (Bk. Engels, Kautsky’e mektup, 23 Subat 1891).

Lasalle, 1848’den itibaren Marx’la baglanti içinde olmus, 1860’larin basina dek onunla yazismis ve Marx’in görüslerini paylastigini söylemistir. 1860’larin basinda ise isçi hareketiyle baglanti kurmus ve bir süre sonra da az evvel adi geçen partiyi kurmustu. 1862’de Marx’la Engels Lasalle ile iliskilerini koparirlar. Lasalle, 1864’te bir düelloya girer ve bu düelloda öldürülür. Ama onun Alman isçi ve sosyalist hareketi üzerindeki etkisi 1890’larin basina kadar devam eder.

Marx ve Engels’in Lasalci partinin yeni önderleriyle de iliskileri vardi.

Ama onlarin Almanya’daki asil izleyicileri K. Kautsky, W. Liebknecht, Bernstein ve Bebel idiler. Almanya ile bagantilari bu kadrolar araciligiyla idi.

Marx’in Almanya’daki bu izleyicileri 1869’da Eisenach’taki bir kongrede ‘Alman Sosyal-Demokrat Isçi Partisi’ni kurdular. Bu parti Ayzenah Partisi veya Ayzenahçilar diye de bilinir. Marx ve Engels ikilisi bu partiden ‘partimiz’ diye sözederler ve baskalari da bu partinin tutumlarindan hep onlari sorumlu tutmuslardir.

‘Sosyal-demokrat’ adini ilk kullanan bu parti oldu. Böylece Birinci Savas’a kadar, yani Ikinci Enternasyonal çökene dek uluslararasi sosyalist hareketin bu adla bilinmesine sebep oldular.

Marx’in bu adi sevmedigi ve hosnutsuzlugunu ifade ettigi bilinen bir sey.

Lenin, Birinci Savas tecrübesini takiben, Nisan Tezleri’nde bu adin birakilmasini önerdi ve sonralari yine Lenin’in önerisiyle Rus partisinde ve Üçüncü Enternasyonal’de geleneksel ad olan ‘komünist’ adina geri dönüldü.

1875 yilinda Gotha’da yapilan bir kongrede ASDIP ile Lasalci Genel Alman Isçileri Birligi tek bir parti halinde birlestiler ve ‘Sosyalist Isçi Partisi’ adini aldilar. Alman Isçi hareketi içinde biri Marksist, digeri Lasalci iki parti idi bunlar (1890 Halle Kongresi’nde birlesik partinin adini ‘Sosyal-Demokrat Parti’ olarak degistirdiler).

Bu kongrede iki partinin üzerinde birlestikleri program Gotha Programi diye bilinir. Bu program Marx ve Engels’le Almanya’daki izleyicileri arasinda ciddi farkliliklar bulundugunu açiga çikardi. Her ikisi de ‘Lasalci’ olarak niteledikleri bu programin kabul edilmesi halinde Alman partisiyle baglarini koparacaklarini açikladilar.

Marx, Alman Isçi Partisi Programinin Kenar Notlari (Nisan-Mayis 1875) adli yazisinda bu programi sert bir dille elestirdi. Marx ve Engels, bu program yüzünden kendi izleyicileri olan Alman parti liderligi ile çatistilar, onlari program bakimindan Lasalci olmakla suçladilar. Onlarin elestirileri kamuoyu önünde degil, Alman partisi liderleriyle yazismalarda cereyan eder. Ama birlesmeyi engelleyemediler. Almanyadaki izleyicileri kurduklari birligi korudular. 1878’de 12 yil boyunca yürürlükte kalan (1890’a kadar sürdü bu yasa) Sosyalistlere Karsi Yasa’nin çikmasi da taraflari birlikte kalmaya zorladi ve öyle görünüyor ki Marx ve Engels’i de kamuoyu önünde açik bir tartismaya girmekten alikoydu.

Bu 12 yilda parti illegal veya yari-legal bir konuma itilmis, baski kosullari birlesen taraflari kaynasmaya zorlamisti.

Sosyalistlere Karsi Yasa kalktiktan sonra, 1891’de Erfurt’ta toplanan kongre Gotha programi yerine güncellestirilmis bir ilkeler ve taktikler programi (yeni bir program) benimsedi. Erfurt Programi diye bilinen bu programin teorik kisminin babasi Kautsky idi.

1914’e kadar yürürlükte kalan Erfurt programi, yakin ve uzak amaçlarin minimum ve maximum program seklinde ikiye bölünmesinin ilk örnegi oldu.

Neden Sosyalizm (Einstein)

(Albert Einstein’ın bu yazısı Monthly Review adlı aylık derginin ilk sayısında 1949’da yayınlanmıştır.)

Ekonomik ve toplumsal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkında görüş bildirmesi doğru mudur?Ben buna birkaç neden yüzünden evet diyorum.

Gelin, bu soruyu önce bilimsel bilgi açısından değerlendirelim. İlk bakışta astronomi ve ekonomi arasında önemli yöntemsel farklılıklar görülmeyebilir. Her iki alanda da bilim adamları kısıtlı sayıdaki görüngülerin (fenomen) aralarındaki bağlantıları mümkün olduğu kadar anlaşılır yapmak için genel kabul görecek yasalar keşfetmeye çalışırlar.

Fakat aslında yöntemsel farklar vardır.

Ekonomi alanında genel kabul gören yasaların keşfedilmesini zorlaştıran gözlemlenecek ekonomik görüngülerin(fenomen) pek çok faktörden etkilenmeleri ve bu etkilerin tek başlarına değerlendirilememesidir.
Ayrıca, -hepimizin bildiği gibi- insanlık tarihinde ‘uygar dönem’ in başlangıcından bu yana edinilen deneyimler özünde ekonomik olmayan faktörlerden etkilenip kısıtlanmıştır.

Örneğin, birçok büyük devlet şekli varlıklarını fetihlere borçludurlar. Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ülkenin -yasal ve ekonomik olarak- ayrıcalıklı sınıfı yapmışlardır.Toprak sahipliğini tekellerine geçirmişler ve ruhani gurubu kendi aralarından belirlemişlerdir. Eğitimi kontrol eden bu rahipler, toplumdaki sınıf ayrımını kurumlaştırmışlar, insanların bundan sonra –çoğunlukla bilinçsizce- toplumsal davranışlarını yönlendirecek bir değerler sistemi yaratmışlardır.

Ama bu tarihi geleneğin geçmişte kalmış olmasına rağmen, Thorstein Veblen 'in insanın gelişimindeki ‘yağmacı dönemi’ diye adlandırdığı dönemi henüz hiçbir yerde aşabilmiş değiliz.Algılanabilen ekonomik gerçekler bu döneme aittir ve bunlardan oluşturabileceğimiz yasalar bile başka dönemlere uygulanamaz. Sosyalizmin gerçek amacı insan gelişiminin bu yağmacı dönemini yenmek ve onu aşmak olduğu için, bugünkü ekonomi bilimi, geleceğin sosyalist toplumuna çok az ışık tutabilir.

Ayrıca, sosyalizm toplumsal-etik bir amaca yönelmiştir. Oysa ki bilim amaç yaratamadığı gibi insanlara da aşılayamaz: Bilim olsa olsa belirli amaçlara ulaştıracak araçları sunar. Fakat bu amaçlar yüksek etik ülküler taşıyan kişilikler tarafından düşünülürler. Eğer bu amaçlar ölü doğmamışlar da canlı ve güçlülerse, toplumun ağır gelişimini kısmen bilinçsizce belirleyen sayısız insanlar tarafından üstlenilip geleceğe taşınacaklardır.

Bu nedenlerden dolayı uyanık olmalıyız ve konu insan sorunları olduğu zaman bilime ve bilimsel yöntemlere fazla değer vermemeliyiz. Ayrıca, toplum düzeni hakkındaki sorulara da sadece uzmanların fikir belirtme hakları olduğunu düşünmemeliyiz.

Uzun zamandır sayısız sesler, toplumun bir kriz geçirdiğini ve dengesinin ciddi şekilde bozulduğunu ileri sürdü. Bu tür durumların özelliği, bireylerin ait oldukları; küçük veya büyük topluluğa karşı ilgisiz kalması veya belki de düşmanca bir tavır almasıdır. Bu konuda kendi bir deneyimim: Kısa bir süre önce zeki ve dost tavırlı bir beyle insanoğlunun varlığını ciddi şekilde tehdit edeceğini düşündüğüm yeni bir savaş tehlikesini konuştum ve bu tehlikeye karşı sadece uluslar üstü bir kurumun güvence sağlayabileceğini söyledim. Bunun üzerine konuğum, sakin bir tavırla şunları söyledi: "İnsanlığın yok olmasına neden bu denli karşı çıkıyorsun ki?"

Eminim ki, yüz yıl önce hiç kimse bu tür bir fikri böylesine kolay beyan edemezdi. Bu cümle, kendi iç dengesini kurmak için boşuna çabalayan ve başarma ümidini az çok kaybetmiş bir insana aittir. Bu sözler, bugün birçok insanın yaşadığı acılı yalnızlaşma ve tecritin ifadesidir. Bunun nedeni nedir? Kurtuluş yolu var mıdır?

Bu tür soruları sormak kolaydır ama kesin olarak cevaplamak çok zordur. Duygularımızın ve uğraşılarımızın birbiriyle çeliştiğinin, müphemliğinin ve basit formüllerle açıklanamayacağının bilincinde olmama rağmen, elimden geldiğince cevaplamaya çalışacağım.

İnsan, aynı anda hem toplumsal hem de yalnız bir varlıktır. Yalnız bir varlık olarak kendisinin ve ona en yakın olanların varlığını korumaya, kişisel ihtiyaçlarını tatmin etmeye ve doğuştan gelen yeteneklerini geliştirmeye çalışır. Toplumsal bir varlık olarak da, diğerlerinin takdir ve ilgisini kazanmaya, onların coşkularını paylaşmaya, acılarını dindirmeye ve onların hayatını geliştirmeye uğraşır. Sadece bu çok yönlü ve birbiriyle sık sık çelişen çabaların varlığı insanın özelliğini teşkil eder; bunların özel bileşkesi bir insanın ne dereceye kadar iç dengesini kurabileceğini ve toplumun refahına katkıda bulunabileceğini belirler. Bu iki itkinin göreli gücünün temel olarak kalıtım yoluyla belirleniyor olması olasıdır. Fakat nihayetinde ortaya çıkan kişilik, kişinin gelişme döneminde içinde bulunduğu çevreyle, içinde büyüdüğü toplumun yapısıyla, o topluma ait geleneklerle ve bazı davranışların yüceltilmesiyle şekillenir. Soyut "toplum" kavramı, insanın kendi çağdaşlarıyla ve geçmişte yaşamış insanlarla olan doğrudan ve dolaylı ilişkilerinin toplamıdır. Kişi kendi başına düşünebilir, hissedebilir, çabalayabilir ve çalışabilir, fakat fiziksel, entelektüel ve duygusal varoluşu topluma öylesine bağımlıdır ki, onu toplumun çerçevesi dışında düşünmek veya anlayabilmek imkansızdır. İnsana yiyecek, giyecek, ev, çalışma aletleri, dil, düşünce kalıpları ve kafasındaki birçok şeyi sağlayan "toplum"dur. Kısa "toplum" sözcüğünün ardında, geçmişte ve bugün milyonlarca insanın başardığı birçok iş yatmaktadır.

Bu nedenle, insanın topluma bağımlılığı -tıpkı arılar ve karıncalarda olduğu gibi- kolay yok edilemez bir doğal yasadır. Öte yandan, karıncaların ve arıların hayatları boyunca yaptıkları işin detayları katı kalıtsal içgüdülere dayanırken, insanların ilişkileri ve toplumsal düzenleri çok farklı ve değişikliklere açıktır. Yeni bağlar kurma yetisi, bellek ve sözlü iletişim yeteneği, insanlar arasında biyolojik ihtiyaçlar
tarafından belirlenmeyen gelişimlere yol açmıştır. Bu tür gelişimler geleneklerde, kurumlarda, örgütlerde, edebiyatta, bilimsel ve teknik başarılarda ve sanat çalışmalarında kendilerini gösterirler. Bu olay, insanın kendi hayatının iplerini nasıl elinde tuttuğunu ve bu süreçte bilinçli düşünme ile isteğin rol oynayabileceğini gösterir.

İnsan doğuştan bir biyolojik yapıya kalıtsal yolla sahip olur ve bu değişmez. Buna, insan soyunun özelliği olan doğal etkiler de dahildir. Ayrıca, yaşamı boyunca gerek iletişim yoluyla, gerekse başka birçok etkileşimle, toplumdan belli bir kültürel yapı alır. Zamanla değişmek zorunda olan ve bireyle toplum arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde belirleyen işte bu kültürel yapıdır. İlkel toplum diye anılan toplumlarla yapılan karşılaştırmalı araştırmalarla, modern antropoloji, insanların toplumsal davranışlarının, hüküm süren kültürel kalıplarla ve toplumdaki örgütlerin yapısıyla değişebileceğini öğretmiştir bize. İnsan kaderini iyileştirmeye çalışanlar umutlarını şuna bağlayabilir: İnsanlar biyolojik yapıları nedeniyle birbirlerini yok etmeye veya insafsız olmaya ve kendi yarattığı kaderin merhametine sığınmaya mahkum edilmemişlerdir.

İnsan hayatını elimizden geldiğince tatminkar yapabilmek için toplumun yapısını ve insanın davranışlarını nasıl değiştireceğimizi kendimize sorduğumuzda, bazı koşulları değiştiremeyeceğimiz gerçeğini sürekli aklımızda tutmalıyız. Daha önce belirttiğim gibi, insanın biyolojik yapısı her tür pratik amaç için değiştirilemez. Ayrıca, son birkaç yüzyıldaki teknolojik ve demografik gelişmeler, değiştirilemeyecek bazı koşullar yaratmıştır. Daha sık nüfuslu yerleşim bölgelerinde varlıklarını devam ettirebilmek amacıyla zorunlu olan bazı ürünler için çok geniş bir iş paylaşımı
ve daha merkezileştirilmiş üretim mekanizması gereklidir. Bireylerin veya küçük grupların kendine yetebildiği – geriye bakıldığında bize cennet gibi görünen- o zamanlar artık geri gelmemek üzere geçmişte kaldı. Bugün insanların üretim ve tüketim yapan dünya topluluğu olduğunu söylemek pek fazla bir abartı değildir.

Şimdi geldiğim nokta, bugün yaşanan krizin nedenlerini kendimce kısaca açıklayabileceğim noktadır: Bireyin toplumla ilişkisi. Birey, topluma bağımlılığının her zamankinden daha fazla bilincindedir. Fakat o, bu bağımlılığı olumlu bir yön, canlı bir bağ, koruyucu bir güç olarak algılamaz, aksine; doğal haklarına veya ekonomik varlığına bir tehdit olarak değerlendirir. Dahası, toplumda öyle bir konumu vardır ki, yapısın

.:RoeDersiM:.->Zazaki|Munzur|Alevilik|DersiM|->Hosgeldiniz Sitemize...

Tasarim Ve Uygulama:
RoeDeRSiM TeaM
//-->